Eski Yunan kültürünün doğu kültürleriyle teması sonucu ortaya çıkan fikir, sanat ve felsefe akımına Helenizm denir. M.Ö. 323 yılıyla Hellenistik çağın son büyük imparatorluğunun Roma'nın bir parçası olduğu M.Ö. 30 yılı arasındaki dönemin felsefesine verilen isimdir. İskender’in Asya seferleri kültür bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. Kültür tarihi bu seferler sayesinde ilerleme göstermiş ve Doğu ve Batı kültürleri arasında karşılıklı diyalog kurulmuştur. Bu iki kültürün karşılaşmasında “Helenizm” adı altında bir akım oluşmuştur. Helenizmin karakteristik özelliği, bir yandan Yunan kültür ve düşüncesinin doğuya yayılması, öte yandan doğunun dini düşüncelerinin batıya girmesidir. Helenizm, bu karşıt yönlerden gelen akımların birbiriyle karışıp birleşmesinden oluşmuştur.
Hellenistik felsefenin en önemli özelliği, bu felsefenin konularını mantık fizik ve etik şeklinde düzenlemesidir. Mantık, Aristoteles’ten miras alınan bir tavırla, bilgi teorisini de kapsayacak şekilde, doğru bilgiye ulaşmanın yöntemi ve felsefenin vazgeçilmez aracı olarak görülmüştür. Nitekim, bu anlayışın bir sonucu olarak, özellikle Stoacılar mantık alanına çok önemli katkılar yapmışlardır. Aynı şekilde, fizik de arka planda kalıp, yalnızca etik için bir temel ve hazırlık olma fonksiyonunu yerine getirmiştir. Bundan dolayı, bu dönemde filozoflar, fizik ya da varlık alanında yeni teoriler geliştirmek yerine, Sokrates öncesi doğa filozoflarının görüşlerini aynen benimsemişlerdir. Bu bağlamda, Stoalıların Herakleitos’un fiziğini Epiküros’un ise Demokritosun atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik yapmadan benimsediğini söylemekte yarar vardır.
Hellenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin, etik olmuştur. Bunun nedeni, bireyin amacına ulaştığı, iyi bir yaşam sürdüğü, kendisini her bakımdan evinde gibi hissettiği kent devletinin yıkılması, kent devletinin yerini alan imparatorlukla birlikte, bilinen dünyanın sınırlarının genişlemesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçimde dünyaya topluma ve kendilerine yabancılaşması, yalnız ve başıboş kalmasıdır.
Bu çağda insanlar kendilerini herhangi bir kentin ya da devletin uyruğu olarak değil, dünya yurttaşı olarak düşünmeye başladılar. Stoacı ve Epikurosçu felsefeler bütün insanların kardeşliği düşüncesini işledi. Onlara göre, iyi bir yaşam onu arayan herkese açıktı. İnsan ister zengin ister yoksul, ister köle ister özgür olsun, bilgelik yoluyla erdeme ve mutluluğa ulaşabilirdi.
Yunan kültür merkezlerinden çok uzakta bulunan Baktriyan ve Hindistan’da helenizm ve şehir kültürü başlangıçta büyük ilerlemeler kaydetmekle beraber tam olarak gelişememiş, yalnız Baktriyan sikkeleri ya da Gandhara greko-budhik heykeltraşlık eserlerinin gösterdiği gibi sanat alanında uzun süre önemli bir etken olmuştur. Helenizm kültürünün gücü bir taraftan yaratıcı bir karakter taşımasında, klasik çağlarındakinden hiçte aşağı olmayan bir takım değerler ortaya koyabilecek kadar olgunlaşmasında, daha önceleri olduğu gibi belirli bir şehre ya da bir bölgeye bağlı kalmayıp tüm Yunanların ortak malı olmasında yani evrensel bir nitelik taşımasında, diğer taraftan yüksek ve egemen sınıfları fethetme yollarını bulmasındadır.
Helenizm kültürü sahip olduğu güç ve dikkate değer bir sirayet yeteneği sayesinde Yunan dünyasının sınırlarını aşarak içinde bir tek Yunanlı bulunmayan ülkelere de girme yollarını bulmuş, bu ülkelerin kültüründen az çok etkilenmekle beraber bu kültürlerin başka bir renk almasında büyük rol oynamıştır.Helenizm kültürü doğu ülkeleri kadar batı Akdeniz ülkelerini, en çokta İtalya, Galya ve İspanya’yı etkisi altına almıştır. M.Ö. 3. yüzyıldan başlayarak Roma’ya, bu şehrin henüz parlak bir geçmişi ve eski bir kültür geleneği bulunmadığı ve kültür hayatının her alanında her şeyi yeniden öğrenmek ve kurmak zorunda bulunduğu bir dönemde girmeye ve en çok edebiyat, din, sanat olanlarında kendini göstermeye başlamıştır.
Helenizm döneminde Yunan mimarlığı Ege ve Akdeniz ülkelerinin dışına çıkmakta, büyük monarşilerin kapladığı geniş alana yayılmaktadır. Genel karakteri bakımından bu mimarlık klasik Yunan mimarlığını sürdürmekte ve eskiye bağlı bir nitelik taşımaktadır. Dor, İyon ve Korint düzenleri bu dönemde de varlıklarını korumakta, bunlara dördüncü bir düzen katılmamaktadır. Dor düzeninden daha büyük olan İyon düzeninde yapılmış tapınakların başında Miletos yöresinde Didyma’daki Apollon tapınağı gelmektedir. Helenizm dönemi şehir planları hakkında bilgi edinmek mümkün olmaktadır. Örneğin; İskenderiye ve Antakya’da yapılan araştırmalar bu şehirlerin daha önceleri Miletos ve Priene’de uygulanmış olan Hippodamos sistemine göre düzenlenmiş olduklarını, dümdüz sokakların arasına gerektiği zaman birçok adaları içine almak suretiyle resmi meydanlar ve resmi binaların büyük bir ustalıkla yerleştirilmiş olduğunu açığa vurmuştur.
Helenizm mimarlığı, belirli kurallara uymamasıyla Yunan mimarlığından aynlır. iyon, Dorya da Korint üsluplarından alınmış öğelerin Yunan mimarlığının tersine aynı yapıda bir arada kullanılması; kemer gibi Doğu kökenli mimarlık öğelerinin, düz çizgilerin keskinliğini yumuşatarak yapıların daha hareketli bir görünüm kazanmasına yol açması, yapı yüzlerinde oluşturulan derin girintilerle ışık-gölge etkisinin sağlanması Helenizm mimarlığına özgü özelliklerdir. Bir arayış içinde olan Helenizm mimarlığı, bu niteliği ile Yunan ve Roma mimarlıkları arasında bir köprü oluşturur.
Heykel sanatı da bu dönemde bölgesel olmaktan çıkarak Helenizm ’in ulaştığı her yöreye yayılmıştır. Rodos, İskenderiye ve Bergama dönemin en önemli heykel merkezleri olmuşlardır. Heykelde gerçekçi yaklaşım giderek ağırlık kazanmış, mitolojik konuların yanı sıra yaşlılık, sakatlık, sarhoşluk gibi sıradan durumlar da konu olarak ele alınır olmuştur, insan heykellerinde kişiliğin ve duyguların yansıtılmasına çaba gösterilmiştir. Klasik dönem Yunan heykelinin idealleştirdiği insan vücudunu, Helenizm gerçek görünümüyle canlandırmaya özen göstermiştir. Giysiler derin kıvrımlarla işlenerek ışık-gölge etkisi sağlanmıştır. Grup heykelleri Helenizm Dönemi’nin getirdiği yeniliklerden bir başkası olmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder